Filmin ana
karakterleri Tom(Joseph Gordon-Levitt) ve Summer (Zooey Deschanel) kartpostal hazırlayıp
satan büyük bir firmada çalışıyorlar. Şu an internetin gelişmesi ve yapay
zekanın da atılımları ile eminim ki o ofis baya boşalmıştır diye düşünüyorum, Apple
Ar-Ge ofisinden hallice kalabalıkta bir ortam gözüme çarpmadı değil.
Konumuza dönecek olursa Tom işe yeni başlayan Summer’a âşık oluyor ve akabinde
bu ilişkinin sürecini izliyoruz. Film ayrılık sonrası Tom’un yaşadığı acılara
ve olaylara bakış açısına odaklanıyor.
Bu filmi adından da
afişinden de ilk gördüğüm zaman ılık bir romantik komedi sanmıştım ama filmin
başında anlatıcının söylediği gibi “Bu bir aşk hikayesi değil, aşkla ilgili bir
hikaye.”
İki bambaşka insanın ilişkisini izliyoruz ve bunu kurgusal olarak da film çok güzel yansıtmış. Sayılar günler aklımda kalmasa da 34.günde IKEA’da şirinlik yapan sevimli kız 257.günde çocuğu sallamıyor. 66.günde plakçıda yapılan şaka komikken 301.günde ardına bile bakmadan arka odada iğrenmeye gidiyor gibi gibi detaylar güzel. Kronolojik sıralaması dağınık olan filmler genelde yorar ama bu film yormuyor ve bu özelliği fark yaratıyor. 95 dakika da su gibi akıp geçiyor. Müthiş şarkı seçimleri de alkışı hak ediyor.
Bu spoiler dolu bir film eleştirisinden çok Tom Hansen eleştirisi olacak gibi.
Tom çocukluğunda
gerçek aşkın onu kurtaracağı inancı ile büyümüş ve bu umuda sığınmış. Summer
ise ailesinin erken yaşta boşanması ile çocuk yaşlarda bir salmış bu durumlara
anlam yüklemeyi. Tom marketten para üstü olarak şıpsevdi alıp çıkan minik karikatürleri
günlüğüne göz yaşları ile yapıştırırken Summer ağzına aynı anda 3 tane sulugöz
sakızı atan bir kız. Tom Rams Park’ta bir Anadolu takımı gibi kalesini kapamaya
çalışırken Summer’ın ayrılık ataklarında Icardi’si, Mertens’i, Kerem’i, Barış’ı
dört yandan yardırıyor. Elinden bir şey gelmeyecek biliyor ama umut işte
bekliyor. Ayrılık konuşmalarında bile kız yediği krepten bahsedecek kadar
alakasız bir Tom’a göre. Ama bu yazı asla Summer’ı eleştirecek bir yazı değil.
Burada suçlu tamamen Tom safı.
Tom arkadaşlarına
aşık olduğu kızı anlatırken başlıyor fiziksel özelliklerini saymaya. Saçı şöyle
dizi böyle, doğum izi kalp şeklinde vs vs sayıyor bir ton. Hayatının aşkını
bulduğunu iddia eden bir insanın tamamen dış görünüş güzellemesi yapması baştan
aşağı fiyasko. İnsan iki cümle de karakterine yorum yapar, onunla konuşurken
zaman duruyor der, beni anlıyor, çok kararlı şöyle şefkatli böyle iyi kalpli falan
der, tanımaya çalışır, birinin kalbini seversin tanıdıkça, iyi yanını da kötü
yanını da. Bir de ayrılık sonrası kızı Truvalı Helen gibi abartan o değilmiş
gibi bir ton dış görünüş eleştirisi sallıyor ama acısına verdim bu kısmı. Seninki
aşk değil Tom denen birey üzgünüm ki. Bir ideal var kafasında adamın, bir kadın
figürü çocukluğunda çizdiği. Ve onu birisiyle doldurmaya çalışıyor ve burada
ikisine de en büyük haksızlığı yapıyor. Gerçeklerin ve beklentilerin ayrı olduğu
noktaları birbirine sokuyor.
Tanışma hikayeleri de nerden baktığınıza bağlı. Hoş bir rastlantı deyip geçtiğine eminim Summer’ın ama Tom bu anı kaderin bir sihrine bağlayacak kadar romantik bir arkadaş. Kız çocuğa defalarca ciddi bir ilişki istemediğini, keyfine bakalım, aşka inanmıyorum ben diyor. Tom o kadar mutlu ki anın tadını çıkarmaktan çok hayal dünyasına daha da derin dalışlar yapıyor. Filmin sonlarına doğru Gerçekler-Beklentiler sahnesi de bunun tam olarak bunu özetliyor. Ayrıldığı kızın parmağında yüzüğü görene dek umudunu asla yitirmiyor ama ben onun arkadaşı olsa 53.gün bu işin bitmesi gerektiğini sert bir dille söylerdim. Summer açısından da tek eleştirebileceğim nokta Tom’un aşırı iyi niyetli ve kırılgan biri olduğunu gördüğü anda bir tık sündürdü işi uzattı. O da bir noktada şuna tutundu belki de. “Ya Tom haklıysa, gerçek aşk diye bir şey var mı?”. Ve bir gün de Tom ile hissedemediği emin olamadığı şeyi başkasında buldu ve bir anda kendini evli buldu. İnternette yorumlara baktığımda çoğunluk Summer’a saydırmış ama varsın saydırsın. Kız ne istediğini ya da ne istemediğini açıkça ifade edebiliyor. Sen yoluna devam et dürüst kız.
Ama her şeye yine de
iyi yanında bakalım, bu ayrılık sayesinde bir silkindi de kendi asıl hayali
olan mimarlık için çaba harcamaya başladı. Orada da mülakat öncesi Autumn isimli
bir kızla tanıştı ve film burada bitti. Dilerim ki bu kez biraz karşısındakini tanıyıp,
iyi kötü yanlarını keşfetmeye çalışmıştır diye umut ediyorum. Hepimizin Tom
gibi Summer gibi arkadaşları mevcut, belki bir kısmımız da öyleyiz.
Aşk, sevgi, sevilmek gibi durumlar elbette ki çok güzel şeyler çoğu insan için. Ama dünyanın en güzel balı bile dozunda yemezsen bıktırır. Bir şeyleri paylaşırken tüketmeden, tadını çıkararak yaşamak gerek. Anlam yüklenecek şeylere en güzel anlamları yükleyelim, yeter ki zorlamayalım. Ne acele ederek ne de zamana bırakarak. Tek çaremiz dürüst ve açık olmak. Önce de kendimize tabi.
Tom safı ayrılmasaydı Summer ile belki de gidemeyecekti hayallerinin peşinden, herkesin kırılmaya ihtiyacı var bir yerde. O mülakatta belki yeni umudunu buldu ya da yeni hayal kırıklığını. Bu kadere dönük bakış açısından bakarsak eğer Neo da uymasaydı "Follow the white rabbit" komutuna bulmazdı Trinity'yi, aşık olmadan yiter giderdi hayatı sanal cehenneminde Matrix'in, kurtaramazdı da dünyayı.Alice de tavşanı takip ederek Wonderland’e yani Harikalar Diyarı‘na giriyordu. Takip etmese sıkıcı bir hayatı olurdu olmazdı bilemem ama Alice 99.yaş gününde bile kendini tanıyamayan biri olurdu eminim buna. İçindeki sesi dinlemek korkakların değil gerçek süper kahramanların işi. James Dean boşuna "Only the gentle are ever really strong" demedi.
Her daim beyaz tavşanını izleyen cesur ruhlar için..
Yorumlar
Yorum Gönder