Aftersun, yönetmen Charlotte Wells’in ilk uzun metrajlı filmi. Festivallerde hakkında yapılan övgü dolu yorumlar ile lettterboxd hesabımda izleme listeme girdi ve bundan bir hayli zaman sonra da izleme fırsatı buldum. Yazıda yine baştan aşağı spoiler olacak, oldukça sade bu filmi spoiler olmadan 2 paragrafta yazıp bitirebilirdim anca.
Filmin konusuna
gelecek olursak da 11 yaşındaki Sophie ile 31 yaşındaki babası Calum’un
Türkiye’de yaptığı kısa bir tatil ve ikilinin bu tatil sırasındaki duygu
durumları. Doksanların Türkiye’si ve Fethiye taraflarındaki bir tatil köyü, ama
nerede olduğumuzun çok da bir önemi yok bu hikâyede. Fethiye tahminim de
İngiliz turist sayısı ve arka plandaki paraşütler. Calum eşinden boşanmış ama
bu ayrılık kızıyla olan ilişkisini asla etkilememiş. Sorunlu baba-kız durumları
filmde yok. Ama Calum derin hüzünlere boğulmuş bir baba. Erken yaşta baba
olmanın getirdiği yük müdür, eşinden boşanmış olması mı yoksa kızından uzak
kalması mı bunun sebebi bilemiyoruz. Bana kalırsa hepsinin üzerinde yarattığı
yükün toplamı. Ve filmin bazı yerlerinde gördüğümüz üzere ekonomik durumu da
çok iyi durumda değil, bunlar da bir baba için üzülmek için yeterli sebepler.
Kızından gizli yaşadığı bu depresyon, “kendimi 40 yaşında hayal edemiyorum
repliği” ve yalnız kaldığındaki hüznü içimizi paramparça ediyor. Filmin
ilerleyen kısımlarında da Sophie’nin yetişkin anlarını görüyoruz. Artık kendi
ailesini kurduğunu ve anne olduğunu içerden gelen bebek sesiyle anlıyoruz.
Babasıyla çıktıkları son tatilin hayali gecesine karabasan gibi çöküyor bana
kalırsa, filmde çok net belli edilen bir şey var ki Calum’un tatil sonrasında
intihar ettiği. Kızına arkasını dönüp son baktığı anda bunu konuşmadan
bağırıyor. Hüzünlü rollerin adamı Paul Mescal (Gladiator 2 hariç:) bu sahnede
baya iyi oynamış. Filmde bir noktadan sonra üzülerek bu sahneyi bekledim, bir
şeylerin yarıda kalmışlığı ve eksik bırakması hissini bu kadar sert hissetmek
filmi etkileyici kılsa da iç burkuyor. Vedalar çocukluğumdan beri en sevmediğim
şeylerden biri, izlediğim filmlerin içinde en üzücü vedalardan biri de bu sahne
oldu. Under Pressure soslu dans sahnesi de aynı anda birkaç duyguyu aynı anda
hissettirebiliyor, hüzün, neşe ve kaybolmuşluk.
Aftersun sadeliğe
dair bir övgü. Bir kurgu değil de birbirini çok seven bir baba kızın kısa
anıları. Saçma sapan hiçbir şey yok, değişik aksiyonlar büyük olaylar yok.
Büyüme sancıları çeken bir kız ve kaybolmuş bir adam. Calum’un benden 4 – 5 yaş
küçük olması da tuhaf geldi izlediğimde. Küçükken otuzlu yaşlara gelince daha
farklı hissedebileceğimi düşünürdüm ama pek de öyle olmadı sanırım. Sophie de
filmin başlarında babasını el kamerasıyla kaydederken “Benim yaşımdayken, şimdi
ne yapıyor olacağını düşünmüştün?” diye sorusu da hepimizim o yaşlarda
sorabileceği bir soru. Ben uçan arabama binip Jetgiller gibi gece istediğim
rüyayı görebileceğimi hayal ediyordum (bu gerçekten hala beklediğim bir
teknoloji umarım 64 yıla kadar bulunur). Duygusal olarak da şu andakinden 10
kat daha olgun ve daha ciddi olurdum sanıyorum ama iyi ki de bu kadar sıkıcı
olmadım diyeilirim :).
Jenerik akarken
hissettiğimiz yarıda kalmışlık ve tatil sonrası hüzün bizi bir süre bırakmıyor.
Beni bırakamadı ve üzerine uzunca düşünmem gerekti. Bazen itiraf edemesek de
bazı eksiklikler ömür boyu peşimizi bırakmıyor, hep bir yerlerde içimizde
sızlıyor. Şu ana dek onlarca yazı yazdım ama cümlelerin en çok tıkandığı ve en
yavaş yazabildiğim yazı oldu. Ve içimde uzun yıllardır tuttuğum ve yapamadığım
huzurlu deniz tatili acısını kanattı.
Yarıda kalmışlıklar
ve geri gelemeyen anılar için…
Yorumlar
Yorum Gönder