Anora’yı Filmekimi’nin İzmir ayağında bilet bulamadığım için izleyememiştim. Sonrasında vizyona girince izleme fırsatı buldum. 3 hafta sonrasında bir daha sinemada izledim, ilk izlediğimde bir tık dikkatimin dağınık olduğunu ikinci izleyişimde fark ettim. Yazı baştan aşağıya spoiler ile olacak bu arada.
Çektiği bağımsız
filmler ile adından söz ettiren Sean Baker’ın yönettiği filmin başrolünde Mikey
Madison var. İlk olarak kendisini Once Upon a Time in... Hollywood filminde
görmüştüm. Sonrasında da Scream serisinde psikopatik siması ile aklımda
kalmıştı. Ama tanınmaya ve parlamaya başlaması Better Things dizisiyle olmuş
aktrisin.
Film, erotik dansçı
ve seks işçisi olan Ani (Anora isminden pek hoşlanmıyor) ve oligark multi
milyarder Rus ailenin genç veliahttı gevşek Ivan arasında birkaç haftada
yaşananlar üzerinden ilerliyor. Rusça konuşabilmesinin avantajıyla çalıştığı
gece kulübünde tanıştığı Ivan ile kalp kırıcı bir uyum yakalıyor ve olaylar
ilerliyor. Bir haftalık sevgililik anlaşması Las Vegas sınırlarında evlilik ile
taçlanıyor ve tam anlamıyla modern bir külkedisi hikayesine dönüşüyor film.
Tabi ki bu tarz sonlar masallarda olacağı için Ivan’ın ailesinin durumu
öğrenmesiyle her şey balkabağına dönüşüyor.
Filmimiz iki
bölümden oluşuyor, ilk bölümü yirmilerinde iki insanın neon ışıkları altında
ihtişamlı eğlenceleri gibi. Umursamaz bir zenginin darmadağın yaşamı ve bu
yaşama dahil olan Anora. Tempo buralarda asla düşmüyor ve yavaşlamıyor film.
Yönetmen burada dinamizmin ritmini ve cinselliğin dozunu iyi ayarlamış. Ta ki
evlilik haberi ailenin kulağına gidip de ailenin çalışanlarının evlilik iptali
için çiftin eve gitmesiyle film birden şekil değiştiriyor. Burada yaşanan
arbede Guy Ritchie filmlerinden sekanslar gibi. Tabi burada ilk başta adamların
şiddet uygulayacağı ve filmin ilk yarısındaki pozitif duyguları tamamen
zihnimizden sileceğini düşünüyoruz. Fakat böyle olmuyor ve film kara komediye
dönüşüyor. Soğuk Brooklyn sokaklarında ailesinin korkusu yüzünden eşini ardında
bırakan cibilliyetsiz Ivan’ı aradıkları sekanslar yönetmenin istediği şekilde
filmin filmografisini besliyor. 139 dakika boyunca film asla sıkmıyor bu bile
çok büyük bir başarı. Anora’yı Cannes’da Altın Palmiye’yle buluşturan ilginin
bu iki bölüm arasındaki ahenkten kaynaklandığını düşünüyorum.
Filmin nihayetinde
ise Ivan ailesinin baskıları karşısında Ani’nin yanında duramayarak onu yarı
yolda bırakıyor. Ve filmin birazdan aşağıda hakkında bir şeyler yazacağım epik
sonunun önünü açıyor.
*Anora’yı izleyenlere en sevdiği iki sahneyi sorsak herkesin
aklına iki sahne gelecektir. İlki taze eşi tarafından terk edilen Ani’nin üç
erkekle baş etmeye çalıştığı ve evi darmadağın ettiği sahne. Tam bir kaos
şöleni. Bu kısmın yıldızları da Mikey Maddison ile Karren Karagulian. Karren
Karagulian yönetmenin tüm filmlerinde oynamış, Nolan’ın Michael Caine sevdası
gibi bir durum sanırım. Baya başarılı adammış, o göründükten sonra başka yere
evrildi film.
*Ani ile Ivan’ın arasındaki ilişkide asla Ani’yi servet
avcısı olarak görmüyoruz. Daha çok içerde bir yerde anlaşılmak sevilmek isteyen
kayıp bir kız gibi. Öylesine kaybolmuş ki ailesinin koyduğu ismi bile
kullanmaktan kaçınıyor. Düşlediği ama yabancısı olduğu bir hayata kapılması çok
doğal bir durum. Kibar davranan, şımarık olsa da her istediğini yapan eğlenceli
biriyle birlikte ve bu çocuk multi-milyarder. Kaçtığı her şeyle sonsuza dek
vedalaşması için müthiş bir fırsat. Tabi filmin başından sonuna doğru yavaş
yavaş Ani karakteri derinleşmeye başladı. Yönetmenin diğer filmlerinde de seks
işçileri vardı oradaki karakterler bir tık daha derinleştirilmiş olabilir bu
filme kıyasla.
*Ve gelelim filmin sonundaki sekansa. Sadece bu kısmı yazmak istedim aslında yukardaki her şey sadece bu sahne öncesi kelimeler ve cümleler bütünü benim için. Ani, Ivan ile boşanma işlemleri bittikten sonra peri masalı biter ve eski evine döner. Onu bırakan ise tanıştıkları andan itibaren en çok itişip kakıştığı Igor’dan başkası değildir. Igor ona en başından beri alışmış olduğundan çok farklı davranmıştır. Boşanmadan sonra Ivan’ın özür dilemesi gerektiğini söylediği an bile Ani’ye verdiği değerin kanıtı. Igor’un ona elinden alınan nikah yüzüğünü verdiği sahnede de iyice kafası karışır. Igor’a karşı ne hissettiğini tam olarak anlayamayız, minnet mi sevgi mi yoksa başka bir şey midir bu? Devamında da Ani, Igor ile arabada ilişkiye girer. Bu sevgi dolu değil de daha çok Igor’a bir veda ve bir teşekkür gibi bir şeydir. Ona yaptığı iyiliğin karşılığı. Fakat burada Igor onu öpmeye kalkar ve bu salt cinsellikten farklı yaklaşım Anora’yı darmadağın eder. Çünkü Igor başından beri onu Ani’yi değil de Anora’yı ve onun içindeki parıltıyı gören kişidir, o anlaşılma isteği, o her şeyden kaçışını. Anora belki de uzun zaman sonra belki de ilk kez onu gerçekten seven ve bu şekilde yaklaşan birini görünce Igor’un göğsünde kendini ağlarken bulur, ama ne ağlamak. Sanki çocukluğundan beri olan her şeyi göğsüne döker Igor’un. Şefkat ve anlaşılma duygusu ile de film biter.
Devamında ne olduğu tamamen bizim neye inanmak istediğim ile ilgili. Çünkü bu film başta Anora ve Ivan’ın tuhaf aşk hikayesi gibi başlasa da aslında Igor ve Anora’nın hikayesi. Filmin yarısından itibaren ilmek ilmek gelişen bir hal ve epik bir final.
Anora’nın durumu
haklı bir travmanın ve zor bir hayatın sonucu elbette, ona kimse dış görünüşü
harici bir sebeple ilgi göstermemiş, karşılıksız saf sevgi ve şefkat vermemiş. Filmi
ikinci kez izlediğimde sadece sonunu birkaç saat düşündüm filmin. İnsan bazen
alışmış olduğu dışında bir ilgi ya da sevgi gördüğünde mantıksız olabiliyor. Ya
da çekinebiliyor. Tabi sürekli korku ve çekinceler içinde yaşıyorsan gerçekten
yaşıyorum da diyemezsin. Asla kendin olmazsan hayatın anlamı kalmaz Anoracığım
diyebilirim ona.
Durmadan düşlerimize
girenler, bizi gündüz vampirine çeviren derin hisler ve özlemler, yarıda kalan
filmler, kitaplar ve hayal kırıklıkları, hepsi bizi biz yapan şeyler.
Hatalarımızda iyi bir şeyler bulup bunları güç ve dönüşüm kaynağı olarak
kullanabiliriz. Sonuçta kendi kusurlarımız bu hatalar. Olduğu gibi kabul etmeli ve bu yaraları,
kırgınlıkları hayatın parçası olarak kabul etmeliyiz. Güzellikle, sevgi ve
şefkatle bütünleştirip bunları geçmişin izlerinde onurlandırmak hatalarımıza
pişmanlık olarak adlandırmaktan bin kat daha iyi.
Bu filmi ilk izlediğimle ikinci izlediğim
arasında bile aynı değilim kendi adıma. İlk izlediğimde bana eşlik eden kişi
çok çok sevmişti filmi ben o an şimdiki kadar beğenmemiştim, gerçi ilk
izlediğimde onun sinema zevkine hayran olduğum tek kişi(Martin Scorsese, David
Lynch, Maika Monroe ve Zendaya’nın da über zevkleri var ama onlarla iki kelam
etmişliğim yok tabi: ) olduğunun da farkına varamamıştım.
Yukarıdaki Kintsugi güzellemelerimi bozuyor bu kısım sanırım bu hatam değil pişmanlığım, ama bir gün okur o da ve tam bu kısımda gülümser diye umut ediyorum :). Letterboxd hesabımda ilk 4 vermiştim ama şimdi “6 vermemiz mümkün müdür?” diye mail atabilirim letterboxd yetkililerine ve bunu ciddi anlamda da yapacağım sanırım. İnsani duygular taşıyan herkesin izlemesi gereken bir film Anora.
Hepimiz kendi özel tuzaklarımızdayız, bu tuzaklardan kaçmaya çalışanlar için..
Yorumlar
Yorum Gönder