Haftanın iki günü istediğimiz yapabilmek için 5 günü ruhumuzu satıyoruz, zamanımız iş yerinde ve yollarda geçiyor, hafta içi sosyal yaşantının uzağında kayıp hayatlar yaşıyoruz. Az uyuyor, hızlı yemek yiyoruz. Kendimize vakit ayırabileceğimiz zaman çok kısıtlı.
Oy vermek dışında geleceğine yönelik söz sahibi olmayan robotlar yığını bir toplum, her şeyin daha kötü olacağını düşünen ama bunun için adım atmayan zavallılar, biri gelip onları kurtarmayacak, sıradan hayatları ıradan bir günde sona erecek, farkında değiller.
Bir şey yapmayan, mücadele etmeyen, okumayan, araştırmayan, mutluluğu direkt para ile doğru orantılı olan, rahatı bozulmasa boktan hayatını sonsuza dek sürdürebilecek insanların çoğunlukta olduğu bir dünya düzeni. Bu dünya düzeni insanları kaderciliğe ve boyun eğmeye itiyor, sorgulama yetisi olmaksızın kolaylıkla inanabiliyorlar her şeye. Özgürlükten korkuyoruz, içimizden geçeni söyleyemiyoruz. İçindeki sesi dinleyenler ‘’deli’’ diye yaftalanıyor. Hayata bakışı bizden farklı olan insanların hakkımızda düşündüklerine katlanacak gücümüz yok.
Dizilerde, filmlerde, kitaplarda bu nedenle anti-kahramanlar bize dayanılmaz derecede çekici geliyor. Onlar bizim korktuğumuz şeyleri yapar, içimizden geçenleri yapar, bu içimizi soğutur, geçici bir tatmin halidir. ‘’Dibe vurmadan yükselemezsin’’ kısmının altını çizeriz, paylaşırız vs ve o anın yarattığı tatmin ile yetiniriz. Sonrasında küçük şeylere takılmaya devam, gereksiz insanlara katlanmaya devam, cahil insanlarla diyalog zorunluluğuna devam.
Tüm bu karanlıklarda insanı kurtaracak tek şey içine dönmesi ile olabilir, kurtuluş içimizde, parada, evde ya da başka maddi bir konuda değil.
Hayata dair sosyal bir zevki, ilgisi, hobisi, kendine has alanı olmayan insan sadece tüketici konumunda bir canlı organizmadır, bir tık fazlası değil.
Kurtuluş içimizde…
Yorumlar
Yorum Gönder